Dünyayı ‘Ekolojik Tarım’ Kurtaracak
Ekolojik tarım tekniklerinin kullanılması durumunda Türkiye, 250 milyon insanı doyurabilir. Tarım ve hayvancılıkta kullanılan teknikler nedeniyle toprakları
kansorejen maddelerle kirlenmiş Avrupa’da, Türkiye ender temiz kalmış ülkelerden.
Soluduğumuz havadan tükettiğimiz gıda malzemelerine varıncaya dek hayatımızın her anına kirlenme ve yapaylık hakim olmaya başladığı anda, doğal olanın, güzel olduğunu ancak farkedebilen insanoğlu, şimdi bozduğunu elinden geldiğince tamir etmeyeçalışıyor. Tüm yaptıklarımıza ve yapmaya devam ettiklerimize rağmen, hala geç kalmamış olmamızsa tabiatın o engin sabrından kaynaklanıyor olsa gerek.
Gerçi doğal olanın güzelliğini özlemeyenler de yok değil hani. Ya da özleyip de harekete geçmeyenler mi demek daha doğru? Onlar herşeye bitmiş ya da geç kalınmış gözüyle baka dursunlar, bizim sözümüz bir kızılderili reisinin dediği gibi son nehrin kirlenmesinden, son ağacın kesilmesinden ve son balığın avlanmasından sonra paranın yenemeyeceğini anlayacak kadar kör olmayanlara...
Bizim konumuz, doğal ürün arayışındakileri ilgilendireceğe benzer. Çünkü ekolojik tarımı irdeleyeceğiz. Gerçi ekolojik tarımın yaşama katkısı, sadece insanın doğal, sağlıklı ve iyi beslenmesinden ibaret değil. Doğanın kendi kendini korumasına bir başka deyişle denge kurmasına da en az sağlıklı beslenme kadar etkisi olduğu biliniyor. Biliniyor bilinmesine de kimyasal ürün üreten firmaların ya da gübre üreticilerinin ceplerine zarar olduğundan mıdır bilinmez ekolojik tarım hakkında doğru bilinen bir çok yanlış var kamuoyunda. Örneğin 1945’li yıllardan bu yana söylenegelen, kimyasal mücadele ve beslenme olmadığı taktirde, verimin yüzde 40’lara varan oranlarda azalacağı varsayımı. Ya da ekolojik tarım yapıldığında, geleneksel tarıma dönüş yapılacağı izlenimiyle verim vekalite düşüşünün gerçekleşeceği ve bunun gıda arzı yetersizliğini doğuracağı önyargısı gibi. Bu fikirlerin yaygınlaşmasında kimyasal mücadele ilaçları ve kimyasal bitki besin maddeleri satıcılarının, değerli (!) katkıları olduğu düşüncesi akla gelse de biz onların günahını almadan konunun doğrularını aktaralım istedik.
Ekolojik tarım, herşeyden önce doğayla barışık bir tarım. Özünde doğayla olan dengenin bozulmaması ve doğaya müdahale edilmemesi var. Elbette kendine özgü teknikleri ve teknolojileri var fakat kullanılan tekniğin temelinde, her zaman için doğayla uyumun gözetilmesi esas.
Organik ve yeşil gübreleme, dönüşümlü ekim, toprağın korunması, bitkinin direncini artırma, parazit ve predatörlerden (yararlı böcekler) yararlanma gibi kendine özgü yöntemleri kullanan ekolojik tarımdan ne yazık ki Türkiye hala yeterince yararlanmıyor. Aslında potansiyeliyle karşılaştırıldığında, keşfedememiş olduğumuzu bile iddia edebiliriz. Çünkü Türkiye’nin tarım alanları 250 milyon insanı doyurabilecek kapasiteye sahip. Bu rakama varolan 4,5 milyon tarımsal işletme ile ulaşmak mümkün. Tabi bu işletmelerin ekolojik tarım tekniklerini kullanmaları şartıyla. Peki bizde ekolojik tarımı keşfeden çiftçi sayısı kaç dersiniz. Rakamda sıfırı unutmuş olabileceğimizi düşünürsünüz diye yazıyla ifade ediyoruz sadece kırkbin civarı. Bu rakamın çok çok az olmasından şikayetçi olan Sürdürülebilir Tarım Çiftçi Yardımlaşma Derneği Başkanı M. Aşkın Sürmeli, bu sistemin ürününün elinde kalmasından ağlayan çiftçi için bir kurtuluş olacağı inancında. “Avrupa’da aşırı kimyasal kullanımı ve hayvancılık sektörünün gelişimi için kullanılan teknikler nedeniyle topraklar kanserojen maddelerle kirlemiş durumda. Türkiye ise bu açıdan Çukurova gibi kirlenmiş bazı alanların dışında hala çok bakir olarak kabul edilebilir. Topraklarımızı bu şekilde temiz olarak korumaya devam edebilirsek, Avrupa kıtasına en yakın ve en temiz ürün üretimimizle sahip olduğumuz şansı düşünün” diyen Sürmeli, ekleme yapmadan da geçemiyor “Üstelik hem içeride, hem de dışarıda çok ciddi bir pazarı varken...”
SERTİFİKASIZ OLMAZ
Zaten ekolojik tarımla tanışmamızı da yurtdışından gelen talebe borçluyuz. Fakat üretimin farklı, tüketimin farklı yerlerde olması da ekolojik tarım sisteminde tüketicinin korunmasına yönelik olarak ortaya çıkan sertifikasyon kavramının doğuşuna sebep olmuş.
Aslında sertifikasyon, söz konusu ürünün gerçekten ekolojik tarım ile yetiştirilip, tam anlamıyla ekolojik ürün adını hakedip haketmediğinin incelenmesi anlamına geliyor. Çünkü tüketicinin ürünün nereden geldiğini takip etme şansı yok. Onun yerine bu durumu değerlendirecek bağımsız kuruluşların görevlendirildiği bir sistem söz konusu. Bir nevi üçüncü taraf olarak ifade edilebilecek bu kurumlar, üretimden tüketime kadar her aşamada, ürünün sertifika hak edip haketmediğini inceleyerek, ürünlere ekolojik olduğunu kanıtlayan belgeler veriyor. Ürünün hangi bölgede ve hangi tarlada yetiştiğinden, tarla, işleme ve paketleme olmak üzere üç aşamada gerçekleştirilen denetimler, uluslararası bağımsız denetleme firmaları tarafından gerçekleştiriliyor. Bu firmalardan biri olan Instute For Marketecology’nin (IMO) Türkiye temsilciliği Nurhayat Bayturan’ın Genel Müdürlüğünde İzmir merkezli olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Kontrol mekanizmasının en az yılda bir kez tarım alanını kontrol ettiğini, haberli ya da habersiz kontrollerin farklı sayılarda gerçekleşebildiğini ifade eden Bayturan, sertifikasyon için gerekli olan aşamaları söyle özetliyor:
“Başlangıçta bir sözleşme yapılıyor. Burada çiftçiye doğru üretim için bilgi veren ve yapılması gerekenleri gösteren bir doküman veriliyor. Bu anlaşmanın yapılabilmesi için çiftçinin hangi ürünleri yetiştireceğini, yetiştirme tarzını, kullanılan ilaçları ve hayvancılık türünü anlatan tarımsal işletmeyi tanıtıcı bir formu doldurması gerekli. Sonrasında çeşitli zaman dilimleriyle kontrol yapılmaya başlanıyor ama bu arada kontrolü yapılan projelerde, çiftçinin bir danışmanı olmasına da dikkat ediliyor. Bu danışman, bir ziraat mühendisi olabileceği gibi ürünü ihraç edecek olan firma da olabilir. Amaç, köylünün yanında dokümanları nasıl tutması gerektiği ya da saklaması gereken makbuzlar konusunda kendisine yardımcı olacak birinin olması. Çünkü köylü, ürünün geçtiği her aşamada ekolojik standartlara uygunluğunu ispatlamak zorunda”.
Çünkü her aşamanın sertifika ile ekolojik olduğu ispatlanamazsa, ürüne ekolojik etiketi basılamıyor bu da ihracat şansınızın kalmadığı anlamına geliyor. Bu arada önemli bir nokta da ekolojik tarıma başlayabilmek için söz konusu tarım alanında, en az 12 ay boyunca hiçbir kimyevi maddenin kullanılmamış olması. Tabi bu bir yılın yeterli olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü burada geçerli olan kural, toprağın o güne dek kullanılan kimyevi katkılardan kurtulması. Eğer o zamana dek çok fazla kullanılmışsa toprağın arınması da daha fazla zaman alabiliyor. Ancak genel kullanım ilk yıl beklenmesi, ikinci yıl ekolojiye geçiş aşaması olarak kabul edilmesi ve üçüncü yıl da nihayet ekolojik tarıma uygun hale gelmesi yönünde. Yine de son karar, incelemeler sonrasında veriliyor.
Bu arada toprağın uygun olması bu işin sadece ilk aşaması. Çünkü üretimin de istenilen niteliklerde gerçekleşmesi şart. Eğer ekolojik tarım ile ilgileniyorsanız, Sürdürülebilir Tarım Çiftçi Yardımlaşma Derneği’ne yıllık 10 milyon TL.’lik aidat ile üye olarak yardım alabilirsiniz. Her iki dernek de ekolojik tarımla ilgilenen çiftçilere yardımcı olmak amacıyla kurulmuş. Kendilerine gelen çiftçiden tek beklentileri ise ekolojik tarıma gerçekten istekli olması. Sürdürülebilir Tarım Çiftçi Yardımlaşma Derneği Başkanı M. Aşkın Sürmeli’nin aktarımıyla “İstekli olduğuna karar verdikten sonra, onu ziyarete gidiyoruz. Sahip olduğu tarım alanlarını beraber değerlendiriyor ve toprak numunelerinin analizlerini yaptırıyoruz. Bu sonuçlara göre üç yıllık bir program hazırlıyoruz ve bu programda kullanacağı bütün prepatlarla ilgili kendisini bilgilendiriyoruz. İlk yıl, hemen her uygulamada yanında oluyoruz. Ta ki işi öğrenip yalnız idare edebileceği zamana dek. Zaten üçüncü yıl, kazandığı deneyimle bize ihtiyacı bile kalmıyor çiftçimizin”.
Ekolojik tarımda şimdilik 18 ürünün üretildiğini, bunlar arasında da incir, üzüm, tütün, antepfıstığı gibi geleneksel olarak ihracatta başarı gösterdiğimiz ürünlerin şimdilik ağırlıkta olduğunu belirten Sürmeli, ekolojik tarıma yönelik olarak şu anda Ege, Akdeniz, İç Anadolu, Karadeniz ve Erzurum civarında çalışmalarını sürdürdüklerini ifade ediyor. Bu bölgelerin ön plana çıkmasında biraz da ihracat yapılan ürünlerin kimliklerinin etkili olduğunu kaydeden Sürmeli, her bölgede ekolojik tarımın yapılabileceğini ısrarla vurguluyor. Sürmeli, “Her bölgede, yaklaşık yüzde 70 oranında tasarrufla, hazır müşteriye ve hatta tarım ile hayvancılığın dengeli götürülmesi halinde, birbirini tamamlamaları sayesinde, sıfır maliyetle üretim yapma olanağına hayır diyebilir misiniz?” diyor.
Ekolojik tarım konusunda belki de tek handikap o da şimdilik, üretimin kuru meyva ve bakliyat üzerine kurulu olması. Oysa günlük tüketimimizde çok büyük bir yeri olan meyve ve sebze, makarna, salça gibi ürünlerin de ekolojik ürün gamında bir an önce yerini alması gerektiğini savunan Anadolu Ekolojik ve Holistik Yaşam Merkezi ile Harman markalı ekolojik ürünlerin sahibi Mete Hacaloğlu, bu ürünler için gerekli olan farklı taşıma zinciri için pazarların devreye girebileceğini düşünüyor. Hatta bu yönde birtakım çalışmalara da başlamış.
Ekolojik ürün alanındaki çalışmalarıyla tanınan bir diğer isim ise doğal ürün marketlerinin yanı sıra Buğday dergisini binlerce tiraja taşıyan Victor Ananias. Ekolojik tarımın herhangi bir kaynak üretmeden günümüzde kopan ilişkilerin tekrar sağlanması özüne dayandığına dikkat çeken Ananias, üreticilerin ürününü kaybetmemek için diğer canlıların varlığına saygısızlık etmesi davranışını terk ederek, eskilerin tohum atarken söyledikleri “kurda, kuşa, aşa” -tohum serpilirken kullanılan üçte biri kuşa, üçte biri, kurda, kalanı ise bana anlayışı- söylemini tekrar düşünmeye davet ediyor.
Sertifikasyona dair...
Ekolojik tarım ürünlerine olan talebin yarattığı pazar ve bu pazardaki menfaatler, hangi ürünün gerçekten ekolojik olup olmadığı tereddüdünü giderme çalışmaları sonucunda AB ülkeleri ve Ekolojik Etiket Akredidasyon firmaları, gelişmekte olan ülkelerdeki ekolojik ürünlerin etiketlenmeleri işlemleri için bu ülkelerde şube açma yoluna gitmişler. Türkiye’de 1994 yılı aralık ayında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca yayınlanan Organik Tarım Ürünlerinin Ekolojik Yöntemle Üretilmesi ve Etiketlenmesi Yönetmeliği de tamamen AB’nin yine üçüncü ülkelerden ithal edilecek ekolojik ürünlerin kontrol ve denetimi için hazırlanmış bir yönetmelik.Bizdeki çalışmalar ise TSE tarafından gerçekleştirilmiş.1999 yılı içinde tamamen bağımsız olarak ancak tüm dünya ülkelerinin bu konudaki yöntem ve yönetmeliklerini inceleyerek Türkiye’ye en uygun Ekolojik Yöntemle Bitki Üretimi Temel Kuralları standardı ve Ekolojik Yöntemle Hayvan Yetiştiriciliği Temel Kuralları standardı gibi.
Ekolojik tarım aslında...
• Geleneksel tarıma dönmek değildir.
• Ekolojik tarımda verim düşüklüğü olmaz.
• Aksine üretimde kullanılan girdi maliyetleri düşerken, üretim ve ürün kalitesi artar.
• Sadece ürün üretmek değil; bir yaşam tarzı vefelsefe olarak uygulanabilir.
• Tarımın iki alt sektörü olan, bitkisel üretim ve hayvan yetiştiriciliği arasında tam bir dengenin kurulmasıdır.
• Bilimi ulaşabildiği son noktaya kadar sürekli kullanmaya çalışan bir tarımdır.
• Alınması planlanan ürün miktarı ile verilecek olan bitki besin maddeleri arasında ve bu maddelerin kendi içinde denge kurabilen bir beslenme programı uygulamaktır.
• Üreticinin ve tüketicinin haklarını koruyan ve insan haklarına saygının maddeye dönüştürülmüş şeklidir.
Devletten beklenene gelince...
• Kimyasal gübre ve ilaç desteklerinin kaldırılması. Böylece ekolojik gübre rekabet edebilmesinin ya da ekolojik gübreye de aynı oranda destek verilmesinin sağlanması
• AB’nin istediği Ekolojik Ürün Etiketi’nin maliyetini düşürecek yasal düzenlemenin yapılması ve bu firmaların götürdükleri hizmet ile sağladıkları kazanç arasında üretici lehinde düzenlemelerin yapılması
• Tarım ve Köyişleri Bakanlığı teknik elemanlarının bu konudaki bilgi düzeyini artırıcı eğitim çalışmalarının başlatılması
• Araştırma enstitüleri ve üniversitelerde ekolojik tarımda kullanılabilen yeni ürünler araştırmalarının yapılması
Ekolojik tarıma geçtikten sonra...
• Üretim maliyetlerinin yüzde 70 oranında azaldığı,
• Çok yıllık bitkilerde yüzde 380 oranında artış sağlandığı,
• Tek yıllık bitkilerde yüzde 85 oranında verim artışı olduğu,
• Ürünlerde kalite artışı, kuru madde oranı artışı ve aroma artışı sağlandığı,
• Ürünlerin pazarlarda problemsiz ve öncelikle satılabildiği,
• Tüketicilerin bu teknikle üretilmiş ürünlere olana taleplerinin arttığı
gözlenmiştir.(E.P.TREND)