Düğmeye Kim Basacak?

12.11.2000 - 00:00 | Son Güncelleme :


Medya artık her kesim tarafından dillendirilen ‘kirliliğin’ etkisi altında. Peki bu kirliliğin sorumluları kimler? Sorunda medya patronu kadar gazeteci ve okurun da etkisi olduğu düşünülüyor.

Olanları şöyle bir gözden geçirince ‘ne bankaymış’ diye düşünmeden edemiyor insan. Kuşkusuz keramet sadece bankada değil, banka patronundan da kaynaklanıyor. Ne de olsa bankasına el konulan kişi aynı zamanda Türkiye’nin iki büyük medya kuruluşundan birinin sahibi. Banka patronu, aynı zamanda medya patronu da olunca, üstelik bankasına el konulmadan çok kısa bir süre önce medya şirketinin neredeyse yarısına yakınını, iş dünyasının tanınmış simalarından birine satınca, şaibelerin bini bir para oluyor haliyle. Gerçi gündem aktörlüğünü medyanın yaptığı birçok haberle yeterince dolu...

Bir milyon dolarlar, medyaya yeni giren ortaklar, Andıç olayı ve akabinde tepkisini dile getiren ilgili gazetecinin yazılarının yayımlanmaması, bir ekonomi gazetecisiyle, banka danışmanlığıyla tanınan ve bu arada köşe yazarlığı da yapan iki kişinin gazetecilik kimliği üzerine atışmaları medyamızın son dönemin ses getiren konu başlıkları arasında yer alıyor.

ŞİKAYET EDEN ÇOK, ÇÖZÜM İÇİN ÇALIŞAN YOK

Bankacılıkta başlatılan kasırga operasyonu ve devamında gelen banka sahibi olmak isteyenlerin taşıması gereken niteliklerin belirlenmesi ‘acaba bu denli farklı sesi birarada barındıran medyanın da bir düzenlemeden geçmeye ihtiyacı var mı?’ sorgulamasını beraberinde getirdi. Ulaştığımız kişiler arasında görüşünü bizden esirgemeyenlerin ortak kanısı, kesinlikle medyaya çeki düzen verilmesi gerektiğiyönünde. Ama bu habere hazırlamaya karar verdiğimizde, meslek mensuplarının ya da ilgili kesimlerin fikirlerini öğrenmekte bu denli zorlanacağımızı hiç düşünmemiştik. Sorunlar ortak olduğuna göre çözümü için de herkesin yardımcı olacağı inancımız, habere başlarken ki kadar net değil artık. Hatta fikrini aldığımız gazetecilerden Ahmet Tezcan’ın “Herkes medyadan şikayetçi ama birşeylerin yapılmasını hep başkalarından bekliyorlar” değerlendirmesine, ilk duyduğumuz andan daha fazla katılmak zorunda kalıyoruz ne yazık ki... Gazetecilerin çalıştıkları kuruma olan bağlılıklarından görüş vermekten çekinmelerini bir dereceye kadar anlaşılmasına karşın, konunun duayenlerinden biri olarak kabul edilen Marmara Üniversitesi Dekanı Prof. Dr. Ünsal Oskay’ın görüş bildirmekten çekinmesini bir türlü çözümleyemedik.

Balık baştan kokar misali acaba sorun medya patronlarının gazeteci kimliğiyle uzaktan yakından ilgisi olmayıp sermayedar kesimden gelmesinden mi kaynaklanıyordu? Öyle ya işadamlarının medyaya olan ilgileri ile medya mensuplarının 4. güç fonksiyonlarını farklı alanlarda (!) değerlendirmeye başlaması ki, 1980’li yıllara rastlar, bir tesadüf olabilir miydi? Doç. Dr. Nurdoğan Rigel’e göre, mesleğin etik kurallarının gözardı edilmesi, medyanın bugünkü yıpranmış kimliğinin en büyük müsebbibi. Çünkü 1980’li yıllar, ülkemizdeki siyasilerin medyanın etkisini farkettiğiyıllar olarak hatırlanıyor. Siyasilerin gazete sahipleriyle ya da köşe yazarlarıyla birebir ilişki kurmaya başladığı bu dönem, aynı zamanda siyasilerin yandaşlarını yükseltip, karşıtlarını ise medya aracılığıyla etkisiz bıraktığı zamanlar. Bu tür bir yapılanma devletle işi olanların medya sahipliğinin getirdiği cazibeye karşı koyamadığı bir süreci başlattı. Bu duruma bir de sektörde teknolojik yapılanmanın getirdiği sermaye ihtiyacı eklenince, sadece medyadan kazanılan para kuruluşun ayakta durmasına yetmez oldu. Paraya ihtiyaç vardı ve para kaynağını elinde tutan kimlik de işadamına aitti. Böylece önce medya patronları değişti... Ardından şarkıcısından, borsacısına, futbolcusundan mankenine gazetecilikle ilgisi olmayan herkesin bir köşe sahibi olacağı günlere gelinecekti. Ama o zamana gelinceye dek başka değişimlerinyaşanması gerekliydi... Promosyonun yanında haber bedava, her türlü tetikçilik itina ile yapılır (!) gibi.

Promosyonun ilk etkilerinin cazibesine kapılan medya, tirajların neredeyse ikiye katlanmasının sarhoşluğuyla, promosyon sonrasında görülecek yan etkileri sezinleyemedi ya da sezinlemek istemedi. Çünkü promosyon gazeteciliği, gazeteyi okumak için alan gerçek okuru küstürmüştü. Dönemsel olarak ortaya çıkan bağımlılık ise gazeteye değil, verilen promosyon ürününden ibaretti o kadar.

Bu arada, medya kuruluşuna para yatıran işadamı, yatırımının karşılığını almak için 4. kuvvetini uygun bir fiyat karşılığı siyasilere pazarlamaya başlamıştı. Enerji ihaleleri ya da banka satın alınması gibi cüzi fiyatlardı bunlar. Meslek ilkelerine aykırı gibi görünen bu tutum, isim yapmış bazı köşe yazarlarının medya sahibi ya da kişisel hesabına yaptığı işlerle legal bir kılıfa da büründürülüyordu. Gerçi medyanın halkı doğru bilgilendirme, tarafsızlık, sosyal sorumluluk gibi ilkeleri hiçe sayılıyor böylece medya ve gazeteci kimliği yıpranıyordu ama ne gam. Medya sahibi ve iştirakçileri memnun, devlet erkanı memnundu. Halka gelince o kesimin bugüne dek memnun olduğu hiç görülmüşmüydü ki?...

Oysa Hürriyet Gazetesi Yazarı Bekir Coşkun’un dediği gibi, medya patronu, işadamı kimliğini taşısa bile demokratik rejimi içine sindirmiş ve sermayenin bunun neresinde olduğunu bilen bir irade sahibi olsa medyanın bu denli yıpranmasının da önüne geçilmiş olurdu. Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Nazlı Ilıcak’ın medya patronu kimliğine ilişkin yaklaşımı da benzer nitelikleri içeriyor. “Devletle hiçbir ticari ilişkisi olmayan ve bunun dışında medya patronluğunun yanı sıra, farklı iş kollarında faaliyet gösteren birinin sermayesi varsa medya kuruluşu satın alması doğal”. Zaten düşüncelerini sorduğumuz kişiler, sorunun medya patronundan değil, meslek ilkelerine sahip çıkmayan meslek mensuplarından kaynaklandığında hemfikir. Hatta Dünya Gazetesi’nin sahibi Nezih Demirkent’e göre, meslek ilkelerine bağlı olan gazetecilerin üzerinde hiçbir baskı kurulamaz. Bu konuda Gazeteci Ahmet Tezcan’ın düşüncesi ise çok daha sonuca yönelik. “Basın özgürlüğünün olmamasından şikayet edenler, bunun bedelini ödemeye hazır değillerse bir şey beklemeye de hakları yok. Örneğin Doğan Grubu’ndaki alt kadro gazeteciler bir iki ay maaş almamayı, işsiz kalmayı göze alabilselerdi pek çok şey değişirdi. Üst kadrodakilere gelince, bence onlar artık gazeteci değil, çünkü genel yayın yönetmenlerini, sermayedar ve ortak olarak görüyorum. Dolayısıyla onları gazeteci olarak düşünemiyorum. Bu grubun altında yer alan ve medyanın baronları olarak nitelenen başyazarlar ve yazarlar da bir şeyler yapmak adına seslerini gür çıkarsalar, maaşlarından değil ama lükslerinden birazcık taviz verebilselerdi medyada çok şey değişebilirdi”.

Bu yozlaşmada okur kitlesinin de katkısı olduğu gerçeği gözardı edilemez. Zaten Sabah Gazetesi Yazarı Çetin Altan da yazısında “Okuyucu desteğinden yoksun gazete sahipleri, ancak Ankara’nın gizli-açık olanaklarıyla sürdürüyorlardı yayınlarını...” söylemini kullanıyor. Peki yok mu bu gidişin bir dönüşü? Elbette var. Ancak Evrensel Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Fatih Polat’ın aktarımıyla “Patronun peşine düştüğü doların ‘evrensel ağırlığı’ gazeteciliğin ‘evrensel ilkeleri’ne baskın gelince...”

Aslında yapılması gereken özetle; gerçek gazetecilik yapmak isteyen gazetecilerin, meslek ilkelerini hatırlaması ve o ilkeleri tek patronları olarak benimsemelerinden ibaret.

DÜNYA BU SORUNUN NERESİNDE?

Zaten dünya ülkeleri de benzer sorunlardan bu taktikle kurtulmuş. Bu konuda ABD’yi örnek gösteren Nazlı Ilıcak, dünyanın çeşitli ülkelerinde zaman zaman medya kuruluşlarının tek bir elde toplanmasına tanık olunduğunu ama bunun ABD’de mümkün olmadığını belirtiyor. ABD’de ulusal bazda aynı kişinin hem TV, hem de basın organı sahibi olmasına izin verilmediğine dikkat çeken Ilıcak,“Ama bir eyalette yerel bazda TV sahibi olurken, bir başka eyalette de aynı şekilde bir basın organının sahibi olabiliyor. ABD’de böyle bir yasak getirilmiş çünkü tek bir elde yoğunlaşmasının ne kadar sakıncalı olduğu görülmüş. Üstelik bu yasak, medya sahiplerinin, bizdeki kadar müdahalesinden de bahsetmenin mümkün olmamasına rağmen getirilmiş bir yasak. Yazıişleri, daha bağımsız ve bunun aksine ilişkin bir takım olaylar yaşandığında ise o ülkelerde skandal oluyor. Çünkü kamuoyları çok daha diri ve uyanık” değerlendirmesini yapıyor. Yerel basının güçlendirilmesinin gerektiğini vurgulayan Ahmet Tezcan da Türk medyasının bu tür gelişmeleri çok geriden takip ettiğinden yakınarak “Diğer ülkelerde, gazetecilerin şirketlerin gezilerine bedava gidilmesinin tarafsızlığa gölge düşürüp düşürmediği gibi detaylar tartışılıyor ve bizim için bu tür konular lüks” diyor. ABD basınından bahsederken, yerel gazetelerdeki kalabalık ve branşlaşmış kadroların önemine de değinen Tezcan, medya geçmişi olan bir patronun ne anlama geldiğini ise, “Medya patronunun, Washington Post’un Nixon olayında olduğu gibi çalışanlarının arkasında durması önemli. Arkasında durdu çünkü patron da basın geçmişine sahipti ve tabi gazetecisinin delili vardı” örneğiyle açıklıyor.

Fransa’dan örnek veren Suat Gezgin ise Le Monde çalışanlarının aynı zamanda gazeteye ortak olduğunun altını çizerek ekliyor:

“Verdikleri promosyon dergi ve kitap ayarında. Üstelik önüne gelen herkes yazı yazamıyor sadece uzmanlara açık sayfaları”. Zaten Gezgin’e göre hem ülkenin, hem de dünyanın en çok satan gazetesi olma özelliklerini de bu niteliklerine borçlular. Tabi ülkede gazetecilerin haklarını koruyan sendika yapısının varlığını unutmadan...

“O halde medyanın kendini düzenlemede gideceği yol belli. Özgür yazıişleri ve özgür editörlerle... Gazeteciliğin ve gazetelerin değil, sadece gazetenin sahibi olan;editörün aklını değil, sırf işletmenin karını alacak kadar demokratik rejimi içine sindirerek sermayenin bunun neresinde olduğunu bilen patronlarla... Gerçeğin peşinde...

‘Yoksa Bekir Coşkun veteriner, Emin Çölaşan hafiye, Serdar Turgut jinekolog, Fatih Altaylı sumo güreşçisi mi?’

Medyaya para yatıracak kişilerin sermayeleri olması şart olduğuna göre ister istemez işadamları olacak. Ancak demokratik rejimi içine sindirmiş ve sermayenin bunun neresinde olduğunu bilenleri tercih ederim. Medya sahibi olmayı, ihale almanın bir aracı görenler, daha doğrusu medyayı tetikçi gibi kullanmak isteyenlere tepkim var.

İyi vatandaşlarla kötü vatandaşların birbirine karıştığı, daha açıkçası kötü insanların iyi insan gözüküp aramızda rahatça dolaşabildikleri bir gerçek. O zaman ben medya patronlarına şart-şurt koymak yerine, medya çalışanlarının gözden geçirilmesinden yanayım. Batıda ‘yazı işlerinin özgürlüğü’ ya da ‘editörün bağımsızlığı’ gibi bir kavram vardır. Bizler gazeteleri yöneten meslektaşlarımızı daha iyi izlemeliyiz. Onların içinden çıkan ve patrona esir olanlara tepki göstermeliyiz. Patronlar gazetelerin sahibi olsunlar, gazeteciliğin ve gazetecilerin değil... Patron işletmenin karını almalı, editörün aklı yerinde durmalı...

Eğer gazetecilerin ele aldıkları her konuda uzman olmaları gerekiyorsa, benim veteriner, Emin Çölaşan’ın hafiye, Serdar Turgut’un jinekolog, Fatih Altaylı’nın sumo güreşçisi olması gerekiyordu. Bence gazeteci bilmediği konuyu, bilenlerden alıp aktarabilir. İlla holding bankasına girip, maaşla çalışması gerekmez.

Hürriyet Gazetesi Köşe YazarıBekir Coşkun

‘Medya da bankacılık gibi operasyon geçirmeli’

Medya sahibinin devletle herhangi bir şekilde iş ilişkisinin olmaması lazım. Dolayısıyla banka sahibi olması sakıncalı, borsayla bağlantılı olması sakıncalı. Ama basın işinden kazanılan parayla basın faaliyetlerini sürdürmek mümkün olmadığı da gözönünde olursa, para kazanmak için devletle bağlantılı olmayacak başka ticari faaliyetlerde bulunması son derece doğal.

Yurtdışındaki uygulamalara bakıldığında ise orada da bazen medya kuruluşlarının tek bir elde toparlandığı görülüyor ama örneğin ABD’de ulusal bazda aynı kişinin hem TV, hem de basın organı sahibi olmasına izin verilmiyor. Ama bir eyalette TV sahibi olurken, yerel bazda bir başka eyalette de aynı şekilde bir basın organının sahibi olabiliyor. ABD’de böyle bir yasak getirilmiş çünkü tek bir elde yoğunlaşmasının ne kadar sakıncalı olduğu görülmüş. Üstelik o ülkelerde medya sahiplerinin bizdeki kadar müdahalesinden de bahsetmek mümkün değil. Yazıişleri daha bağımsız ve bunun aksine ilişkin bir takım olaylar yaşandığında da o ülkelerde skandal oluyor. Çünkü oralarda kamuoyu çok daha diri ve uyanık. Bence insanlar nasıl banka operasyonlarından memnunsa medya için yapılacak bir operasyondan da memnun olacaklardır.

Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Nazlı Ilıcak

‘Gazetecinin tek patronu meslek ilkeleri olursa...’

EP Trend: Bu gelişmelerden sonra medyadaki yapılanmada hangi değişikliklere tanık olunabilir?

Ahmet Tezcan: Dinç Bilgin’in sorunlarını düşünürsek ve medyanın sadece Aydın Doğan’ın kalmasına olanak verilmeyeceğini de hesaba katarsak Mehmet Emin Karamehmet’in Aydın Doğan’a rakip olarak çıkacağını düşünüyorum. Çünkü Karamehmet şu anda sermaye değeri itibariyle bir numara. Medyayı kimin temizleyeceğine gelince, elbette siyaset ve tabii iktidar. Ama iktidarın, önce kendine bakması ve kendini temizlemesi lazım. Çünkü ANAP’ın üst düzey yöneticilerinden birinin bana söylediklerine göre; Mesut Yılmaz, Sabah Grubu’nun Aydın Doğan tarafından yutulmasının engellenmesi için kararlı. Aksi taktirde Doğan Grubu engellenemeyecek bir güç haline gelir düşüncesi hakim ki bunun çok tehlikeli olduğuna inanıyorlar. Ama bu arada Mehmet Emin Karamehmet’in, Halit Cıngıllıoğlu’nun ve Turgay Ciner’in pusuda beklediği kesinlikle gözardı edilmemeli.

EP Trend: İşdünyasının medya patronluğuna olan merakı ortada. Ancak meslek mensupları da bu yapıdan çok şikayetçi bir görüntü sergilemeden uzaktalar...

Tezcan: Basın özgürlüğünün olmamasından şikayet edenler, bunun bedelini ödemeye hazır değillerse bir şey beklemeye de hakları yok. Örneğin Doğan Grubu’ndaki alt kadro gazeteciler bir iki ay maaş almamayı, işsiz kalmayı göze alabilselerdi pek çok şey değişirdi. Üst kadrodakilere gelince, bence onlar artık gazeteci değil, çünkü genel yayın yönetmenlerini, sermayedar ve ortak olarak görüyorum. Dolayısıyla onları gazeteci olarak düşünemiyorum. Bu grubun altında yeralan ve medyanın baronları olarak nitelenen başyazarlar, yazarlar da bir şeyler yapmak adına seslerini gür çıkarsalar, maaşlarından değil ama lükslerinden birazcık taviz verebilselerdi medyada çok şey değişebilirdi. Çünkü gazetecilerin öncelikle patron anlayışını değiştirmeleri gerekli. ‘Benim patronum Türkiye Gazeteciler Hak ve Sorumlulukları Bildirgesi’ndeki ilkelerdir, bunun dışındakileri patron olarak kabul etmiyorum’ dediği zaman çok şey değişecektir. Tabi bunun yanında medya patronunun da Washington Post’ta Nixon olayında olduğu gibi çalışanlarının arkasında durması da önemli. Ama bizde medya patronlarının tek kazancı medyadan olmadığı için başka işlere yöneliyor. Girmemek için direnenleri ise gelip birileri banka sahibi olması için kandırıyor!

EP Trend: Kuşkusuz bu tür sorunlar sadece bizim medyamıza özgü değil...

Tezcan: Dünyada da bu tür şeyler oluyor ama biz çok geriden takip ediyoruz. Çünkü onlar gazetecilerin şirketlerin gezilerine bedava olarak gitmesi gibi bizim için şu anda çok detay gibi görünen konulara dek gelmişler. Patronsuz bir medya yapısını oluşturabilmek çok önemli. Medya ABD’de ulusal bazda değil, yerel medya çok güçlü. Ulusal olanlar dünyaya açılıyor zaten. Yerel bile olsa çok sayıda çalışan var, tiraj yüksek ve çalışanların hepsi konularında branşlaşmışlar. Bizde yapılan yatırım hep binalara, insana yok. Zaten yapılan yatırımlar da teşvikle, devlet yardımıyla ve bedavaya getirdiler. Gazeteciliğin geleceğini düşünen bir patron gösterin bana alnından öpeyim! Böylece herkes köşe yazarlığı yaparken görmek mümkün olabiliyor. Şarkıcısı, borsacısı... Çünkü uzmanlaşma yok. Bu arada önemli bir noktanın da gazeteci adaylarına iletişim fakültelerinde verilen eğitimin gözden geçirilmesi olduğuna inanıyorum.

EP Trend: Bizdeki çözümün nasıl gerçekleşeceğini öngörüyorsunuz?

Tezcan: Türkiye her kesimde tamamen dibe çökmüş durumda. Zaten ben de ancak dibe vurduktan sonra herşeyin yeniden yapılanmasıyla düze çıkılacağı inancındayım. Yoksa şu andaki sistemde olduğu gibi herşeyinbirbirini tamamladığı zincir devam eder.

Gazeteci Ahmet Tezcan

‘Okuyucu desteğinden mahrum basın, desteği başka yerden arıyor...’

Yarım yüz yılı aşkın yazı hayatımda gazetelerini batırıp, kuytularda başka işlerle uğraşmaya başlayan; yahut gazetelerini satıp, başka dünyalara yerleşen yığınla gazete sahibi tanıdım... Onlarla da ilişkim bir gazeteci-patron ilişkisi değildi. Onlar da yazılarıma karışmazlardı. Ya karışır gibi oldukları, yahut da ödemeleri yapamadıkları zaman; ben de yazmayı bırakmak zorunda kalırdım. Bir tanesinden de yazımın yerini –kasıtlı olarak- değiştirdiği için ayrılmıştım..

Gazeteci, olayları izleyip haberleştiren, yahut yeni bir haberle gündemi etkileyen bir kadro elemanıdır. Örneğin benim 1957’den bu yana gazetecilik yaptığım yok.

Şimdi gelelim gazete sahibiyken zora düşmüş eski dostlardan bazılarına...Gazeteyi, bir ‘amaç’ olarak değil; Türkiye’nin oligarşik yapısı içinde Ankara’daki egemenlikten kaabil olduğu kadar büyük bir pay koparma ‘aracı’ olarak görüyorlardı. İktidarlar değiştikçe manşetler de değişiyor; siyasetçiler gazete sahiplerini, gazete sahipleri de siyasetçileri kullanma yarışına girişiyorlardı... Ve bir yerde Ankara egemenleri için ya çekilmez, ya önemini yitirmiş duruma düşüyorlardı.... Son 70 yıllık gazete koleksiyonları incelendiğinde; Türkiye’de basının, egemenlik avantajlarını paylaşma karşılığı, halk yığınlarını uyutup avutma misyonunu yüklenmiş olduğu görülür... Bunun bir nedeni de Türkiye’de bugün dahi 45 milyon insanın elini bile gazeteye sürmemesidir. Okuyucu desteğinden yoksun gazete sahipleri, ancak Ankara’nın gizli-açık olanaklarıyla sürdürüyorlardı yayınlarını...Türkiye hiçbir zaman saydam bir ülke olmadı. Ve Türkiye’de her zaman nüfusun sadece yüzde 10’u iyi ve aşırı cakalı yaşadı... Gazeteler de o kesimin çıkarlarını kolladı hep...

Sabah Gazetesi Köşe Yazarı Çetin Altan

‘Paranın hafifliği gazetecilik etiğinin ağırlığını silip süpürür mü?’

Gazete ve televizyon sahiplerinin özelleştirme ihalelerine girmesi, enerji sektöründen kamu bankaları ihalelerine kadar el atması, sahip oldukları gazete ve televizyonları da birer ticarethaneye dönüştürüyor. Halkı doğru bilgilendirme, halkın haber alma hakkı gibi ‘iddialar’ da ister istemez medya patronunun iş bağlantılarının izin verdiği bir mecraya hapsoluyor. Haber, patronun iş bağlantılarının ağından kurtulabilirse yayınlanabiliyor. Ona rağmen yayınlanmak istenirse kısa bir süre önce örneğini yaşadığımız gibi yayınlayanlar, oturdukları, yazdıkları yerlerden ediliyorlar!Editoryal bağımsızlık, toplumsal sorumluluk gibi mesleki değerler, işadamlarına aracılık yaparak komisyon alan, onların çantacılığını yapan gazetecilerin de işbirliğiyle arkaik değerler olarak basın müzesinin tozlu raflarına havale ediliyor. Patronun peşine düştüğü doların ‘evrensel ağırlığı’ gazeteciliğin ‘evrensel ilkeleri’ne baskın gelince, orada artık gazeteci de gazetecilik de sizlere ömür... Tersten şöyle de söylenebilir, paranın ‘hafifliği’ gazetecilik etiğinin ağırlığını silip süpürüyor.

Medyada bugün yaşananların biraz olsun değişmesi için, haberi ve haberciyi ticari çarkın linç nesnesi olmaktan biraz olsun kurtarabilmek için, medya patronlarının özelleştirme ihalelerine girmesinin, banka patronluğuna soyunmasının önüne geçecek düzenlemelere ihtiyaç var.

Sermayeden bağımsız gazeteciliğin, gazetecilik etiğine bağlılık bakımından sağladığı avantajdan da söz etmek gerek. Birileri POAŞ’tan atılan 1200 işçinin taleplerine sayfalarını ve ekranlarını kapatırken biz manşetimizi açabiliyoruz. İster kabul edilsin, isterse aşırı cüretkar bulunsun, bugün biz gazetecilik etiğinin namusu bakımından tirajımızı çok aşan bir ağırlık merkeziyiz.

Yeni Evrensel Gazetesi Yazıişleri Müdürü Fatih Polat

‘Medya meslek ilkelerine sahip çıkarsa...’

Bütün dünya ülkelerinde medya topluma açık bir işkoludur. Zaten üzerinde durulması gereken nokta da medya sahibinin kim olduğundan ziyade, o medya kuruluşundaki üst düzey yöneticilerin sorumluluğu olmalıdır.Yurtdışında da medya sahipleri arasında gazetecilerin yanı sıra, işadamları ve banka sahipleri var. Farkı ise bizdekinin aksine onlar işlere karışmıyorlar. Gerçi bizde de yakın zamana dek öyleydi. Son zamanlarda kendini gösteren gazeteleri başka niyetlerle satın alma tavrı konusunda ise yapılacak çok fazla bir şey yok medya sahipleri açısından. Bu nedenle burada görev, kendi mensuplarımıza düşüyor. Çünkü bir gazetecinin görevini gereği gibi yerine getirebilmesi için bağımsız ve tarafsız olması, topluma doğru bilgiyi aktarması ve 4. güç görevine uygun davranması gerekir. Yani bir başka deyişle meslek ilkelerine sahip çıkılması gerekli. Eğer medya kuruluşundaki üst düzey görevliler, meslek ilkelerine sahip çıkarsa, baskı, ya da yönlendirme kimden gelirse gelsin işe yaramayacaktır.

Son olarak Enis Berberoğluile Deniz Gökçe arasında vuku bulan gazetecilik kimliğine ilişkin tartışmalara gelince; bir gazetecinin finans üzerine yazılar yazması için finansçı, tıp üzerine yazılar yazması için de doktor olması gerekmez. Gazetecinin görevi toplumu bilgilendirmektir ve bu görevi yerine getirirken, bir uzmanın görüşüne ihtiyaç duyduğu anda uzmandan aldığı görüşü, uzman fikri olduğunu belirterek olduğu gibi yansıtır. Ama bizde bu konudaki uygulamada da birtakım sorunlar yaşanıyor. Bizde futbolcu adamlara köşe verilip bir süre sonra gazeteci kimliğine soyunduklarına tanık oluyoruz. Oysa gazetecilik bu kadar kolay bir iş değil. İşi gazetecilik olmayanların köşe yazarı olmasını tasvip etmiyorum. Ama burada da kabahati yine kendimizde aramamız gerektiğine inanıyorum. Çünkü bu ortamın oluşmasınayine bizim arkadaşlarımız imkan tanıyor.

Aslında olayın özü burada da gelip meslek ilkelerine sahip çıkılmasına dayanıyor. Kimseye hayır denmezse olacağı budur. Eskiden de banka batıyordu ama bu kadar ses çıkmıyordu. Oysa şimdi o bankalarla bir şekilde ilişkili olan danışman, yönetim kurulu üyesi gibi insanlar, yazı yazdıkları yerlerde kendilerini savunmaya yönelik yazılara yer veriyorlar. Ve bu da gazeteciliğin tarafsızlık ilkesine gölge düşürmekle kalmıyor, olayın yanlı aktarımı nedeniyle toplumun yanlış bilgilendirilmesi sonucunu da doğuruyor.

Dünya Gazetesi Nezih Demirkent

‘Gerçek gazetecilere ve gerçek gazeteciliğe ihtiyaç var’

Medya patronunun dört dörtlük olması için medya mutfağından gelmesi gerektiğine inanıyorum. Gazeteciyi korumak ve üzerlerine düşen işi doğru yapmak için en iyisi bu bence. Çünkü çalışanların da sadece gazetecilik yapmasını bekliyorum. Bir yandan köşe yazarlığı yaparken, diğer yandan da iş takipçiliği yapmaları değil. Zaten mesleğimizin etik kuralları da buna karşı çıkıyor. Üstelik gerçek gazetecilerin, gerçek gazetecilik yaptığı zaman tirajların artacağına ve basından para kazanılmadığı için medya patronlarının sermaye sahibi ağırlıklı olmalarına gerek kalmayacağı inancındayım. Böylece medya dışındaki insanların, medya dışında kalması sağlanmış olur. Oysa bugüngazetecilik yerine promosyonculukla az olan okuyucu sayısı da farkına varılmadan kaybediliyor.

Dünyadaki örneklerine bakıldığında; Fransa’yı tanıdığım için örneğin Le Monde çalışanları aynı zamanda gazeteye de ortaklar. Verdikleri promosyon da dergi ve kitap ayarında. Üstelik önüne gelen herkes yazı yazamıyor sadece uzmanlara açık sayfaları. Bu nedenle de hem ülkenin hem de dünyanın en çok satan gazetesi.

Medyada sürekli yenilenen teknoloji yatırımı konusuna gelince; Fransa’daki gazete sendikası bizde olduğu gibi son model matbaaların satın alınıp kullanılması konusunda son derece hassas. Çünkü her teknoloji insan gücüne olan ihtiyacı biraz daha ortadan kaldırıyor ve sendika buna izin vermiyor. Bu arada Fransa’da yerel basının güçlenmesi için yardımcı olunur. Oysa bizde yerel gazete için teşvik veren hükümet göremezsiniz. Ulusal basını desteklerler, ulusal basın para kazanamadığından şikayetçi olarak teşvikler alır ama bir yandan da gazete fiyatlarında bir anda büyük oranlarda indirim yapabiliyor. Bunun mantığını açıklamak mümkün değil.

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Suat Gezgin

‘Meslek örgütlerine büyük görev düşüyor’

Aslında ülkemizdeki medya sorunları eninde sonunda gelip medya etiği konusunda kilitleniyor. Gerçek işi medya olmayan insanların medyayla ilgilenmesinin ardında, medya işinin sadece gazete satmaktan kazanılan para ile gerçekleştirilemeyeceğinin bir başka ifadeyle ekonomik bir gerçeğin de etkisi var. Gerçi 1980’lere kadar bugünkü durum söz konusu değildi. Medya sahiplerinin geçmişinde bir şekilde gazetecilikle bağlantı söz konusu idi. Ancak 1980’lerden sonra medyada büyük sermayenin egemenliğinin başladığını görüyoruz çünkü bu zaman diliminden sonra medyada teknolojinin çok yoğun olarak kullanımına tanık oluyoruz. Yoğun teknoloji akabinde büyük sermayeye olan ihtiyacı gerektiriyordu. Zaten şimdi bile bakıldığında medya kuruluşlarının teknolojiye ne kadar büyük yatırım yaptığını izlemek mümkün. Örneğin şu anda basın sektöründe kullanılan bilgisayar sistemlerinin 3 yıl sonra yerlerini başkalarına bırakacağı gibi. Bu da teknolojik altyapıya ihtiyaç demek.

Ancak içinde bulunduğumuz günlerde medyada yaşanan olay incelemeye alındığında medya patronu olan kişinin, diğer bankacılara kıyasla bir ödeme planı önermiş olması bile medya patronu olmanın getirdiği duyarlılığı gösterdiği anlamında yorumlanabilir.

Medya sahibi ve üst düzey yönetimde bulunan kişilerin kamusal alanda olması lazım. Halkı bilgilendirmek adına. Çünkü her gazeteciyim diyenin halkla yaptığı bir sözleşme vardır.

Son günlerde yaşanan gazeteci kimliğinin tartışılması ise bir utanç meslek adına. Nasıl bir doktor ya da avukat mesleki kimliğini bu tür tartışmalara sokarak zedelemekten sakınıyorsa, bizim de zaten çok saldırıya uğramış mesleğimizi daha özenli ve ihtimamlı korunmamız gerektiğine inanıyorum. Ama bütün bu sorunlara yine meslek mensuplarının sebep olduğuna inanıyorum. Çünkü meslek örgütleri yeterince güçlü olsa mesleğin içinde yer alan bu tür ikinci üçüncü kişileri temizlemeye başlarlar. Bu nedenle burada medya sahipliğinden ziyade esas işin meslek örgütlerine düştüğüne inanıyorum.(E.P.TREND)
Bu haberi okuyanlar bunları da okudu
 
KAPANIŞLAR (BIST)
BUGÜN 1000 TL NE OLDU?
1.000 TL        
BORSA
1.003 TL        
DOLAR
1.002 TL        
EURO
1.001 TL        
ALTIN
 
bigpara

Copyright © 2024 Tüm hakları saklıdır.
Hürriyet Gazetecilik Matbaacılık A.Ş.

YASAL UYARI:
Piyasa verileri Foreks Bilgi İletişim Hizmetleri A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. Üye girişi yapılan Canlı Borsa sayfaları haricinde Hisse senedi verileri 15 dk gecikmelidir. Tahvil-Bono-Repo özet verileri her durumda 15 dk gecikmelidir.

Burada yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti; aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Bununla beraber gerek site üzerindeki, gerekse site için kullanılan kaynaklardaki hata ve eksikliklerden ve sitedeki bilgilerin kullanılması sonucunda yatırımcıların uğrayabilecekleri doğrudan ve/veya dolaylı zararlardan, kar yoksunluğundan, manevi zararlardan ve üçüncü kişilerin uğrayabileceği zararlardan dolayı Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez.

BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz.