Bankaların zararı 6 Milyar Dolar
Bu borçlanmadan yararlanan bazı kesimler var onlar bu yükü ödemek istemiyor. Yükü kemer sıkma gibi yöntemlerle belli kesimlere yıkmaya çalışıyorlar
Acil Önlemler Paketi adı altında Türkiye`yi krizden çıkaracak kararlar açıklandı. Bu kararlarla Türkiye krizden çıkabilir mi?
Türkiye`de sorun ne? Doğru tanım koymak lazım. Bu tanımı ortaya koyup ondan sonra bir program yapmanız lazım. Program iki ayaklı olmalı. Birincisi kısa vadeli program yani kısa dönemdeki sorunları çözebilmek, bir de esas sorun neyse onu çözebilmek için. Programı yürütebilecek ciddi bir ekip ortaya koyacaksınız. Yani bunlar olmadan başarı kazanmak mümkün değil. Türkiye`de üreten ihracat yapan kesimleri öne çıkarıp bunlara ağırlık vermemiz lazım. Temel mesele üretim sorunun çözülmesi. Geçen yılın başında bir program yapıldı. Dövize çapa attığımız için insanlar TL`ye dönecek, kur riskini kaldırdığımız için yabancı sermaye gelecek ve ihtiyacı olan banka döviz verip TL alacak, dendi. Türkiye cari işlemlerde fazla açık vermeyecekti. İlk üç ay içinde bunların olmayacağını gördük. Cari işlemler açığı büyüdü. Döviz tevdiat hesapları olduğu gibi kaldı, kimse TL`ye geçmedi Türkiye`ye yabancı sermaye gelmedi. Bankaların Merkez Bankası arasındaki işlemlerde sağlıklı şekilde yürümedi. Merkez Bankası bankacılık sistemini fonlamak zorunda kaldı. Sistemin dayandığı varsayımlar yürümedi. Bunda ısrar edildi, ısrar edildikçe olay büyüdü. Güven ortamı sarsıldı, kasımdan sonra iki ay sonra bir daha kriz patlak verdi.
Teşhisin doğru konulmadığını söylediniz. Türkiye`de krize yol açan neden nedir?
Sorun 1980`den başlıyor. Bu teşhisi koyamazsak hiçbir tedbir sonuç vermez. Nitekim vermiyor, kaçıncı istikrar programı ama sonuç alınamıyor. Temelde yanlış yapılıyor. Temel iktisatta öncelik üretimdedir. Sonra bu üretimin paylaşımı gelir. Üretimin ne kadarının yatırıma, ne kadarının tüketime verileceği, ne kadarını dışarı satacağı bu ayrı. Üretim yapmıyoruz, tüketime dayalı bir ekonomik yapı var. Dış açık sürekli büyüyor ve sürekli borçlanıyoruz. Temel sorun artık iç ve dış borçların taşınamaz düzeye gelmesi. Dış borçlar ulusal gelirimizin yüzde 60`sını buldu. Faiz giderleri Türkiye`deki vergi gelirlerinin yüzde 77`sini geçti. Böyle bir ortamdayız.
Bu işin yükünü kim taşıyacak. Bu borçlanmadan yararlanan bazı kesimler var onlar bunu ödemek istemiyorlar. Onun da yükünü kemer sıkma gibi yöntemlerle belli kesimlere yıkmaya çalışıyorlar. Onların fedekarlığı da yeterli olmayacağı için KİT`leri satın bu borcu ödeyin, deniyor. Ekonomide enflasyonla mücedele ve istikrar sağlanması, kamu mülkünü satarak borcun azaltılması operasyonu haline dönüştürüldü. Çözüm planlı ekonomiye geçmekte. 1930 bunalımından sonra Türkiye büyük bir rota değişikliği yaparak büyüme sürecine girdi. Bu sistemin yürümediğini artık görmek lazım. Son açıklanan çözümler palyatif çözümler, biraz daha borç bulunur veya borçlar biraz daha uzun vadeye yayılırsa bir süre daha idare edilir diye bakılıyor. IMF`nin programı olmasaydı kriz bir yıl önce ortaya çıkacaktı. Belki de bu boyutta olmayacaktı. IMF`nin desteği zaman mı kazandırdı, yoksa kaybettirdi mi oda ayrı bir mesele. Dış borçlar arttı, cari işlemler açığı arttı, bankacılık sistemi eridi, bir yıl önceki durumdan daha kötü hale geldik.
Türkiye`de bir hiper enflasyon tehlikesinden sözediliyor. Size göre hiper enflasyon tehlikesi var mı?
Türkiye`de hiçbir zaman konuşulmayan bir hiper enflasyon tehlikesi belirdi. Hazine 21 Mart`ta borçlanamazsa ne olacak? Ödemek zorunda. Nasıl ödeyecek, Merkez Bankası para basacak. Hiper enflasyona gitmemek için önlemler alınmalı, radikal tedbirler alınmalı.
Yeni vergiler konulmak zorunda. Adı ne olursa olsun yeni vergi gelirlerine ihtiyaç var. Varsıl kesime vergi yüklememiz lazım. Vergiyi ücretli kesim ödüyor. Dolaylı verilgelerle vergi toplanıyor. Gelir ve kurumlar vergisi alamıyorsunuz.
Acil Önlemler Paketi ağırlıklı olarak kamu ve özel bankalara ilişkin düzenlemeler içeriyor. Bu bankalar dalgalı kura geçilmesi nedeniyle ne kadar zarar gördüler?
Bankaların pozisyon açıkları çok fazla. 20 milyar dolar civarında. Dalgalı kura geçişle birlikte yaklaşık yüzde 30`luk bir devalüasyon yaşadık. Bankaların bu nedenle 6 milyar dolar kadar bir zararları oldu. Birkaç milyar dolarda kasım ayında da faiz dolayısıyla zarara uğradılar. Zaten özkaynakları yetersizdi, iyice eridi.
Kamu bankaları ile ilgili bir takım düzenlemeler yapılacak. Emlak Bankası Ziraat Bankası`yla birleştirilecek. Bu kamu bankaları ile ilgili sorunu çözer mi?
Ziraat Bankası bir ihtisas bankası olarak Mithat Paşa döneminde kuruldu. Temel amacı tarım sektörünü finanse etmek. Emlak Bankası 26`lı yıllarda yetimlerin sandığında birikmiş paraları inşaat sektöründe değerlendirmek ve ülkenin inşaat sektörüne katkıda bulunarak, konut sorunu çözmek amacıyla kuruldu. Halk Bankası da KOBİ`lerin finansmanı için. Bunlar ihtisas bankaları faaliyet alanları da farklı. Farklı amaçlarla kurulmuş bankaları aynı çatı altında birleştirmenin çok fazla anlamı olduğunu sanmıyorum. Bankaların sorunlarına gelince Ziraat Bankası`nın sorunu görev zararlarından kaynaklanıyor. Ziraat Bankası`nın 1999 yılı bilançosunda aktifinin yarısının Hazine`den alacaklardan oluştuğunu görüyoruz. Yani Hazine bu ödemeyi yapmıyor. Bir bankanın aktifinin yüzde 50`si donuk hale gelirse takbiki o bankanın faaliyetini sürdürmesi zorlaşır. Bu donuk kredi sorunu değildir. Hazine`nin taahhüdünü yerine getirmemesi olayıdır. Halk Bankası ve Emlak Bankası`nda yaşanan olay farklı. Bu bankalarda daha çok batık kredi sorunu var. Ziraat Bankası`nı bunlardan ayırmak lazım. Yönetimi ne kadar kötü olursa olsun geleneği banka olduğu için daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Bu sağlıklı yapıyı bozan husus Bakanlar Kurulu`nun kararıdır.
Birleşmeyle saydığınız fonksiyonlar nasıl yerine getirilecek?
Bu bankaları özelleştirdiğinizde sorun Ziraat Bankası`nda çıkar. Emlak Bankası`nın zaten fonksiyonu kalmamış durumda. Halk Bankası da KOBİ`leri yeterince finanse edemedi. Ziraat Bankası önemli, Türkiye`de hala çok önemli olan tarım sektörünü finanse ediyor. Çalışan nüfusun yüzde 40`ı hala tarımda. Milli gelirin yüzde 16`sı tarım sektöründen. Böyle önemli bir sektörü finansman desteğinden yoksun bırakırsanız, büsbütün çökertirsiniz. Türkiye buğday ithal eden ülke haline geldi. Tarım zaten zor durumda. Özel bankalar tarım sektörüne riskli olduğu için kredi vermezler. Bu üretim için yapılan bir şey. Aşırı politik düşüncelerle de aşırı görev zararı yüklememek lazım. Türkiye bu mecradan kurtulmadığı sürece değişen bir şey olmaz.
Bankacılık sisteminin sorunları nereden kaynaklanıyor? Türkiye`de bankacılık sisteminin zayıf olmasının nedenleri neler?
Bankacılık sisteminin sağlıksız olduğu çok da ortaya çıkmadı. Bankaların kar rakamları sektörün çok karlı olduğu izlenimini veriyor. Bu yanıltıcı. Bankalar kar beyan ediyorlar. Reoskont geliri yazarlar. Yani işlemiş faiz için bir gelir yazarlar. Ama bu faizin alınıp alınmadığı belli değil. Bunu da kar olarak gösterirler. Tahsil edilemediği takdirde nakde çevirme imkanı yok. Bankaların karlarının hepsi beklenen ve tahsil edilecek karlardan oluşuyor. Kamu bankaları koalisyon ortakları tarafından paylaşılıyor. Siyasi etki var. O bankaların başına da siyasi etkiye boyun eğecek kişileri getiriyorlar. Özel bankalar da grup bankaları. Bu durumda bankanın değil, grubun geleceği önemli oluyor. Gerçek anlamda banka yok. Banka yönetimi de ona göre şekilleniyor. Bu anlayış içinde Türkiye`de sağlıklı bankacılık olmuyor. Bir de tabi denetim eksikliğini de eklemek gerekiyor. Sözüm ona Türkiye`de en fazla denetlenen sektör bankacılık sektörü. Denetim kağıt üzerinde kalıyor. Bankaların iç denetçileri var, müfettişleri var. Bankalar yeminli murakıpları var, Merkez Bankası denetliyor. Ayrıca bağımsız denetim şirketleri bulunuyor. Türkiye`de uygulanmayan yasalardan bir tanesi Bankalar Yasası. Fiilen uygulanmıyor. Bağımsız denetçiler konusu üzerinde durmak lazım.
Acil Önlemler Paketi içinde bankaların iflas etmesine imkan tanınacak. Bankaların iflası sektördeki sorunların çözümüne yardımcı olur mu?
Burada garip bir durum var. Bankaları özelleştireceğiz diyorsunuz bankaların pasifinin yükünü Hazine üstleniyor. Mevduat Hazine güvencesinde. IMF`ye mektup verip bankaların dış yükümlülükleri de Hazine`nin güvencesine alındı. Buna mukabil aktif yönetiminde Hazine söz sahibi değil, bu büyük bir çelişki. Bir işletmenin pasifini üstleniyorsunuz ama aktifinde söz sahibi değilsiniz. İkinci nokta BDDK`nın yetkileri arasında bankanın tasfiyesini istemek de var. Tasfiye istenirse tasarruf mevduatı sahipleri ile gerçek kişi olan döviz tevdiat hesapları sahipleri zarar görmeyecek. Bu bankalara sendikasyon veren dış bankalar. Bunlar da Hazine güvencesindeler. IMF`nin de yaptığı bu. Dolayısıyla burada IMF`nin vermiş olduğu krediyle Türkiye`nin kaybettiği arasında fark var. Bu zarar Türkiye`nin borcunu arttırdı. Fon`daki bankalar için de tasfiyeden sözediliyor. Bunların en başta tasfiye edilmeleri gerekirdi. Madem tasfiye edecektiniz niye bir yıl önce tasfiyeye almadınız diye sormak lazım. 1994`te üç banka için bu yapıldı.
Bu bankalardaki ve istihdamı nedeniyle tasfiye etmek yerine iyileştirme yoluna giderek satılacakları söylendi.
(Bu bankaları kapatarak binlerce kişi işsiz bırakamam) komik bir gerekçe. Türkiye`de özelleştirme yoluyla ve uygulanan politikalarlü zaten yüzbinlerce insan işsiz kaldı. Üretim, ihracat yapan sektörleri vurmuşsunuz. 8 - 10 bin çalışanı düşündüğünüz için bankaya el koyduğunuzu söylüyorsunuz, bu tutarsız. Tasfiye olduğunda banka yöneticileri ve büyük ortakların iflasını isterdiniz. Burada korunan emekçi değil. Özel bankalarda da istihdam daralıyor. Bu bankalarda çalışan 17 bin kişi işsiz kaldı.